top of page

Sanatçı Röportajları: Oğuzhan Acar

Eskişehir’de bağımsız üretim yollarını arayan, kendi seslerini kendi buldukları alanlarda duyuran ve bazen de bu alanı kendi kurmak zorunda kalan sanatçılarla bir araya geliyoruz. Bu serinin ilk konuğu Oğuzhan Acar. Hem kişisel üretimleri hem de parçası olduğu kolektifle, şehrin alternatif sanat damarında kendine özgü bir yer edinen Oğuzhan’la; üretim süreçlerini, Eskişehir’de sanatçı olmayı ve bağımsız kalmanın yollarını konuştuk.






Hoşgeldin Oğuzhan. Önce biraz seni tanıyalım. Neler yaparsın? Üretmeye nasıl başladın? Çizim, illüstrasyon ya da fanzin üretme sürecin ne zaman ve nasıl şekillendi? Bugün geldiğin noktada kendini nasıl tanımlıyorsun?


Selam, ben Oğuzhan Acar. Şu anda Anadolu Üniversitesi’nde Resim Eğitimi alanında yüksek lisans eğitimime devam ediyorum. Üretme tutkum üniversite öncesine dayanıyor. Ortaokulda 40 yaprak kareli defterlere çizdiğim çizgi romanlardan, lisede sosyal medyada kitle kazandığım karikatürlerime; oradan da resim öğretmenliğini kazanarak Eskişehir’e yerleşmem ve illüstrasyona evrilen tarzımla şehre sanatsal değer katma çabama uzanan bu yolculuk, kesintisiz şekilde devam etti.

Genelde şarkı sözleri, kelimeler ve kavramların zihnimde canlandırdığı hislerle çizim yapıyorum. Odaklanmadan ve hissetmeden üretmek benim için zor oluyor. Kağıttaki her imgeye anlam aranması için söylemiyorum ama çizim yapmak, benim için, duyguların kağıda dökülmesidir.

Bugün geldiğim bir nokta yok aslında, yolculuk sürekli devam ediyor. Sadece bu sorular ışığında geriye bakıp geçtiğim yolu inceliyorum.


Çizgilerin agresif ama aynı zamanda ironik. Hem grotesk hem de bir şekilde şefkatli. Bu üslubu nasıl buldun? Zamanla mı gelişti, yoksa başından beri içinden gelen bu muydu?


Çizgilerim zamana meydan okumaya çalışmadı tabii ki. En başından beri bir üslup benzerliği vardı; fakat yıllar ve yaşananlar, çizgilerime de yansıdı. Çizgiler, insanların karakterlerini ve o anki duygularını bir belge gibi gözler önüne serer. Sinirli insanlar sert ve keskin çizgiler çizer, kararsız insanlar ise daha soluk ve belirsiz… Bu elbette bir genelleme ama çoğu zaman böyle olur. Sizin de bahsettiğiniz agresif ama bir şekilde şefkatli çizgiler, sürekli değişen ruh halimi yansıtıyor olabilir. Bu da benim elimde olmayan, içimden gelen bir durum.


Bağımsız üretim yapan biri olarak, kendi içinde bir kolektifin parçası olmak nasıl bir deneyim? Bidon Kolektif’in içinde yer almak, bireysel ve kolektif üretimi nasıl etkiliyor? Fikirler, çizimler, fanzin süreçleri nasıl işliyor? Beş kişi bir arada üretirken nasıl bir denge kuruyorsunuz?


Bir bağımsız olarak kolektifin parçası olmak, kendi başıma deneyimleyemeyeceğim durumları tecrübe etmemi sağlıyor. BIDON Kolektif, benim ve dört arkadaşımla birlikte başlayan bir macera. İstanbul’daki bir fanzin etkinliği için fanzin çıkarmak amacıyla toplanmışken, şu anda kendi sergilerimizi ve etkinliklerimizi düzenleyen bir oluşuma dönüştük. Süreçte bir kişiden fikir çıkıyor ve hep birlikte şekillendiriyoruz. Herkesin kendi görevi oluyor; mesela ben koordinasyon ve süreç yönetimiyle ilgileniyorum, bir diğer arkadaşım ise afiş ve sosyal medya tasarımlarını üstleniyor. Bu iş bölümü içinde yardımlaşmalar da oluyor. Böylelikle, bir yılı aşkın süredir dengeli ve sağlam adımlar atıyoruz.


Fanzin, günümüz dijital dünyasında hâlâ bir direnç noktası gibi. Sizce basılı üretim hâlâ güçlü bir ifade aracı mı? Dijitalle birleşen bir yol mu izliyorsunuz, yoksa fanzin sizin için tamamen elle tutulur bir şey olarak mı kalmalı?


Günümüzde her şey dijital ve dünya da buna endeksli ilerliyor. Fakat ben, kendi dijital çizimlerimi bile sosyal medyada paylaşırken önce basılı hâllerini alıp, ardından onların fotoğraflarını eklemeyi tercih ediyorum. Çünkü bence hiçbir şey, dokunmanın ve hissetmenin yerini tutamaz. Minik ekranların içine pek çok şey sığdırıyoruz ama bu şeylerin en zekisine bile ‘yapay’ diyoruz. Fiziksel bir fanzin, bu yapaylığın önüne geçiyor. Sosyal medyada içerik üreterek elbette gelenekselci tavrı kırıyoruz; zaten amacımız dijital dünyayı reddetmek değil, kendi üretimimizin en uygun formunu yakalayabilmek.


Büyük şehirlerde bile üretmenin ve bunu seyirciye sunmanın zor olduğu düşünülürse, Eskişehir gibi daha küçük bir şehirde bir sanatçı olarak var olmanın nasıl bir ağırlığı var? Avantajı var mı, yoksa hep bir görünmezlik hissi mi? Burada üretirken hissettiğin en büyük zorluk ne? Sergi açmak, insanlara ulaşmak, ürettiğin şeyin bir karşılık bulması? Küçük şehirde sanat yapmak, bir başına kalmak mı, yoksa daha sıkı bir dayanışma mı?


Yakın zamanda ikinci kişisel sergimi İstanbul’da açtım. Türkiye’de, İstanbul’dan daha kalabalık ve kozmopolit bir şehir yok — buna herkes hemfikirdir. Ama Eskişehir’den gelip burada açtığım sergiye gelen katılımcı sayısı, Eskişehir’de yaptıklarıma gelenlerin neredeyse yarısı kadardı. Çünkü İstanbul’da var olabilmek için, Eskişehir’deki çabalarınızın belki de yüz katını göstermeniz gerekiyor.

Bence Eskişehir gibi bir şehirde üretim yapan biri, görünürlük konusunda sıkıntı çekemez, çekmemeli. Bu şehir kendi içinde bir ütopya gibi; her yer genç insanlarla dolu ve çoğu da sanata ilgili. İşini ciddiyetle yapıyorsan bunun karşılığını veriyorlar. Eğer tutkuyla üretiyorsan, tutkuyla üreten diğer insanları da kolaylıkla bulabiliyorsun. Bu da sıkı bir dayanışma ortamını beraberinde getiriyor.

Olumsuz yanıysa, bu ütopya bir yere kadar sürdürülebiliyor. Zamanla kendi yankı odanda kalmaya başlıyorsun. Şehrin küçük olması nedeniyle hep aynı yüzleri görüyorsun ve bu yüzler bir noktadan sonra resmen Eskişehir’in ‘sanat ekibi’ oluyor. Bir sergi açılışına gittiğinde, bayram sabahı akraba buluşmasına gitmiş gibi hissediyorsun. Bu aidiyet hissini çok seviyorum ama hayatımın bir noktasında yeni bağlantılar kurmak ve farklı ortamlar deneyimlemek için şehirden ayrılmam gerekecek, bunu biliyorum.


Hem bireysel olarak hem de kolektif içinde geleceğe dair planların neler? Yeni işler, yeni fanzinler, belki sergiler… Seni ve Bidon Kolektif’i takip etmek isteyenler nerede bulabilir?


Bireysel olarak, en başta da söylediğim gibi yüksek lisans sürecindeyim. Eğitimimi tamamladıktan sonra akademiye girerek başkalarını da üretmeye ve sanatı hissetmeye teşvik etmek istiyorum. Aynı zamanda bir bağımsız olarak çizim yapmaya ve üretmeye devam edeceğim.

Kolektifin geleceğinde ise, son etkinliğimiz olan Kaçık Arttırma’yı evdeyken kendi kendime kurgulamıştım. Bunu hayata geçirmek ve katılımcıların beklentimin üstünde keyif alması, gerçekten tarif edilemez bir doygunluk hissiydi. Bu tarz özgün etkinlikler üretip farklı insanlarla deneyimlemeye devam etmek istiyoruz.

Beni ve işlerimi takip etmek isteyenler Instagram’da @mustbecover hesabımdan, kolektifimizin duyurularını ve yaptıklarını merak edenler ise @bidonkolektif hesabından takip edebilirler, sevgiler.



Röportaj: Azra Yakar

 
 
 

Comments


bottom of page